19 Ekim 2016 Çarşamba

Dizi: Gotham

Gotham – Bir DC Polisiyesi


2014 yılından bu yana Fox ekranlarında izleyici ile buluşan Gotham dizisi, adından da anlaşıldığı gibi, DC evreninin en ünlü hayali şehirlerinden biri olan Gotham'da geçmekte ve  Dedektif James "Jim" Gordon'un GCPD'deki (Gotham Şehri Polis Departmanı) çaylaklık yıllarını anlatmaktadır. Baş rollerinde Ben McKenzie ve Donal Logue'un oynadığı Gotham dizisinin şu sıralar üçüncü sezonu yayınlanmaktadır. Uyarmadı demeyin, yazı önemli olmamakla birlikte dizinin ilk sezonundan tanıtım amaçlı bir kaç ufak bilgi içerebilir. Henüz izlemediyseniz, derhal googleda 'yabancı dizi izle Gotham' aramasını yapmanızı tavsiye ederim.

Hikaye ve karakterlere usulca değinmeden önce, parmak basmak istediğim önemli bir nokta var. Gotham dizisi, kendisini benzeri çizgi roman uyarlaması yapımlardan ayıran önemli bir özelliğe sahip. Bir süper kahramanın değil, bir şehrin, dürüst bir adamın her geçen gün biraz daha zıvanadan çıkan bir şehirdeki doğruyu bulma çabalarının ve sıradan adam ve kadınların her gecenin şafağında bir adım daha umutsuzluğa ve deliliğe sürüklenmelerinin hikayesini anlatmaktadır. Basılı bir çizgi romanı kendine bir kaynak olarak almak yerine, Bruce Wayne'in henüz ağzı süt kokan bir çocuk olduğu zamanları anlatan, senaristlerin Batman ve Batman ailesi çizgi romanlarında gördüğümüz bir çok karakteri zaman zaman aslına sadık kalarak, zaman zamansa kendi yorumlarıyla karşımıza çıkardıkları dizi bu yönüyle benzeri örneklerinden ayrılıp, aslen bir çizgi roman uyarlaması olup olmadığı bile tartışmalıdır.

Peki içerisinde bir süper kahraman barındırmayan bu dizinin, duyurulmasından, posterlerinin görücüye çıkmasından, yayına girmesinden bu yana büyük bir heves ve beklentiyle karşılanıp, uçup, kaçıp, ok atan muadillerinin yanında direnebilmesi ve başarılı olmasının sebebi nedir? İşte bu sorunun cevabı, dizininin bizzat adında yatıyor; Gotham. İçerisinde Superman olmayan bir Metropolis (veya Smallville), Green Arrow olmayan bir Starling veya Flash olmayan bir Central dizisinin çekilmesi, çekildiğinde izlenmesi düşünülemezken, Gotham dizisini bu kadar özel yapan, şehrin bizzat kendisidir.

İlk olarak 1940 yılında Batman #4 sayısında çizgi roman okuyucularına tanıtılan Gotham şehri, çizgi romanlar altın, gümüş, bronz, modern diye çağ atladıkça, okuyucusu ve yazarları ile birlikte değişime uğramış, Tim Burton'ın kabuslarından yükselen sivri kulelerinden tutun da, Nolan'ın Chicago'suna kadar gerek kağıt üzerinde gerek beyaz perdede gerekse video oyunlarında defalarca birbirinden çok farklı yorumlanmış olmasına rağmen anlatılan her Batman hikayesinde en az Batman'in kendisi kadar önemli bir başrol oyuncusudur. Sadece süper kötülerin fink attığı bir şehir değil, kötü adamlarının bir kısmının süper değil kafadan kontakt olduğu ve delilerinden daha çok kendi insanından, çocuğuna uyuşturucu satan kemikleşmiş mafyadan, mafyanın rüşvet verdiği polis komşusundan, elleriyle oy attığı yozlamış siyasetçilerin bütün bunları görmezden gelip, hatta alttan altta kendilerine pay çıkarıp, desteklemesinden yara alan insanların yaşadığı bir bataklıktır.


(Asla anlayamadığım iki şey; insanlar neden Gotham'da yaşıyor ve insanlar neden Yozgat'da yaşıyor.)

Batman'i 'hak eden', Bruce Wayne'i Batman yapan şehirdir Gotham. Thomas ve Martha Wayne, Metropolis'in bir arka sokağında öldürülseler, Bruce belki yine kendini dağlara, monklara, ardından süper kahramanlığa vururdu ancak bugün bildiğimiz, tanıdığımız Batman olamazdı. Amerika'nın "Seni yeneceğim İstanbul!"udur. En vahşilerinin Arkham'a gönderildiği, ancak akıl sağlığı yerinde ve kenarda az buçuk birikmiş parası olan hiç kimsenin bir dakika daha durmak istemeyeceği devasa bir akıl hastanesidir Gotham.

Gotham dizisi, işte yukarıda bahsettiğim şehrin, henüz dipsiz bir kuyu haline gelmeden on  yıl kadar önce, yozlaşmış, ancak kötü adamlığın bile bir raconu olduğu dönemde, sinema çıkışında yanlış arka sokağa sapan Wayne'lerin kaderini, anne babasının cesedi başında, elleri kanlı, gözlü yaşlı Bruce Wayne'nin o klasikleşmiş sahnesini izleyici ile bir kez daha buluşturarak başlıyor ve yavaş yavaş bizi şehrin ve sakinlerinin kendilerini, kontrollerini kaybetme hikayelerinde yolculuğa çıkarıyor.



Ülkesine başarıyla hizmet ettiği ordudan madalya ile ayrılmış, çocukluğunu geçirdiği Gotham'a musallat olan kenelerden temizlemeyi boynunun borcu kabul etmiş, dürüst, çevik, ahlaklı ve yeni yetme polis memuru Jim Gordon'un, feleğin çemberinden geçmiş ortağı Harvey Bullock'ın direnişine rağmen, Wayne çifte cinayetini, Bruce'a henüz cinayet mahallinde verdiği ailenin katilini bulacağım sözü üzerine araştırmaya girişmeleri ile başlar her şey. Burada es verip, Ben McKenzie ve Donal Logue'un başarılı oyunculuklarından bahsetmek istiyorum. İyi polis – kötü polis ve silah arkadaşlığı kimyasını oldukça başarılı bir şekilde yakalamış olan iki oyuncu, dizi ilerledikçe karakterlerin birbirlerinden öğrendiklerini de hayata geçirerek, iki karakterin arasındaki dengeyi oldukça güzel tutturuyorlar.Daha önce, Batman: Year One animasyonunda Batman'i seslendiren Ben McKenzie, Gotham'a aşinalığı ile, alıştığımız yaşlı, yorgun yine de yılmaz Jim Gordon'un gençlik yıllarının dik başlı delikanlı hissiyatını diziye yedirmiş. Dizinin oyuncu seçiminin de, oyunculuklarının da cuk sesi eşliğinde oturmuş olduğunu düşünüyorum.


Böyle böyle delirttiler beni...



Kambersiz düğün ve Gotham olmaz. Yazımın başından beri dediğim gibi, Gotham'ı Gotham yapan Batman kadar, kötü adamlarıdır da aslında. Ve dizi bu 'kötü insanların' hayat hikayelerini, kötü yola -kısmen- düşmeden önce neler yaşadıklarını, nasıl bu hale geldiklerini anlatırken bu hissiyatı yedirmeyi mükemmele yakın bir şekilde başarıyor. İnce ince, ekmeğinin peşinde koşanların, sokak çocuklarının, bilim adamlarının, mafyanın, polislerin hatta bizzat Jim Gordon'ın bile bir kereden bir şey olmaz düşüncesiyle, iyi bir amaç uğruna olsa bile nasıl olup da hata yapabildiklerini, değiştiklerini, bu şehrin onları nasıl değiştirdiğini işliyor.

Kötü adamlardan bahsetmişken, özellikle spesifik olarak geleceğin Penguen'i şimdinin Oswald Cobblepot'u ve oyuncusu Robin Lord Taylor'dan bahsetmemek olmaz. İlk bölümden itibaren sizi kendine bağlayan hikayesi, oyunculuğu, acaba gelecek bölümde yine ne hinlikler peşinde olacak merakını yedirmesi ile adeta kendine hayran bırakıyor. Senaryo en çok Penguen'in etrafında dönüyor ve Fish Mooney'in (Jada Pinkett Smith) yanında çalışan basit bir kapıcıyken nasıl olup da suç dünyasının en tepesine tırnaklarıyla kazıyarak tırmandığını gösteriyor.

Siz hepiniz ben tek değil tabii ki, Jim Gordon kadar, yanında yoğrulan ve ortağının azmindeki ışıktan yavaş yavaş bir parça üzerine bulaşan Harvey Bullock, bu kargaşanın ortasında yalnız değiller. Batman: Year One okuyan ve izleyenlerin tanıyacağı mafya babası Falcone'un sözünün kanun kabul ediliği yıllar önceki Gotham şehrinde, yine de doğru olanı yapmak için çabalayan küçük insanları da anlatıyor Gotham dizisi.


Çocukları pistten alalım!

(Bu ne şimdi? Olan var olmayan var!)
Peki hiç mi kötü yani yok dizinin? Olmaz mı! Hem de adı bizzat Bruce Wayne! Çocuk ekranda her gözüktüğünde bir 'of' çekiyorum. Yanlış anlamayın, gerek Bruce Wayne'i oynayan David Mazouz'un gerekse Selina Kyle'ı oynayan Camren Bicandova'nın başarılı seçimler olduğunu ve çocuk oyuncular olarak iyi iş çıkardıklarını düşünüyorum. Ve burada bütün suçu senaristlerde görüyorum. Eğer sekiz yaşındaki çocukların aşk hikayelerini izlemek isteseydim "polisiye" tanımı altında ve karanlık bir havada geçen bir dizi değil, Card Captor Sakura izlerdim ve memnun kalırdım. Hadi Bruce ve Selina arasındaki flörtleşmeleri geçtim, gerek karakterlere yazılan sahneler ve replikler olsun, gerek kurgu ilerleyişindeki görevleri, gerekse bölüm başına ayrılan zaman, kesinlikle 8 yaşındaki Bruce Wayne için çok fazla ve eğreti duruyor. 20 küsür yaşındaki Bruce'un, Batman'in altından zar zor kalktığı çizgi romanlardaki kurguları sen elin veledinin üstüne yıkmaya çalışırsan olmaz. Olamaz. Olmuyor. Bruce'un şuan mantıken Gotham'da bile olmaması lazım, gidip Kaz Dağları'nda karate falan öğreniyor olması gerekli. Ama hadi ilgi çeksin diye koydun diyelim, hadi Alfred'i de eğitmeni yaptın - ki görülmemiş, olmamış şey değil, Superman döven Alfred var çizgi romanlarda - sen kalkıp son zamanların en güzel Batman arklarından biri olan Court of Owls'u neden ilk okul seviyesi aşk dramına dönüştürüyorsun arkadaşım!

Bir de Barbara meselesi var ki, hayır manken olan değil, DC dizilerinin şımarık kadın karakter tiplemesinden çektiği nedir diye hayıflanıyor insan. Ancak bu konuda daha fazla ön bilgi vermeyeceğim, izleyip, kendiniz görüp karar verin.

Uzun lafın kısası, çizgi roman okumayı seven, özellikle tercihlerini DC'den ve Batman ailesinden yana yapan biri olarak, eğer Arrow, Flash gibi bir süper kahraman hikayesi beklentiniz yoksa, tavsiye de ediyorum. Son notum 6/10. Haftalık takip edemem, bölümleri biriksin bir oturuşta bitiririm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Batman - White Knight Neden Kötü Bir Batman Çizgi Romanı?

Bu yazı Batman - White Knight serisinin sonu da dahil olmak üzere tümü hakkında bilgiler içermektedir ve eğer seriyi okumak gibi bi...